Bu kamp da geç kalmamla başlayacaktı neredeyse, gerçi yine geç kaldım ama buluşma saatine göre 6 dakika falan, gelişme var yani 🙂
Yine börek uğraştırdı, değilse erkenden kalkmıştım aslında. Böreğin de sadece pişirmesi kalmıştı, gece 3 gibi hazırlayıp buzdolabına koymuştum, sabah pişirip çıkacaktım. Sabah, koydum fırına böreği, hazırlanıyorum bu esnada, az sonra kontrole gittim, lan, neredeyse aynı duruyor. Meğer fırının kapağı tam kapanmıyormuş, itekleye itekleye kapattım da öyle hızlandı.
Hazırlanmak da mesele oldu biraz. Dağcı çantasına çadırı, yatağı, tulumu bir de pompayı koydum, doldu alet. Hayırlısı kısmet dedim, yan ceplerini falan da doldurdum, kalanı da sırt çantama sıkıştırdım, hayvan gibi şişti tabi. sırt çantasını bağladım, ötekini de sırtıma aldım, bindim motora, TAYMEK’e gittim. Tam motordan iniyordum, cart diye koptu çantanın omuz askılarından birisi. Orada koptu Allah’tan, hani yolda falan kopsa sakatlık çıkabilirdi. Çantayı, dolayısıyla börekleri Murat Abi’lere emanet ettim (ne cesaret!), diğer motorcularla beraber yola çıktım. Bu arada, Hakan, Levent ve Celal Abiler vardı motorcu olarak, millet sonra gelecekmiş. Murat Abi de kaynıyla beraber (ehe) arabayla geldi (ehhehe, nere o Haydut, nerede o çılgın gençlik, yalan olmuş hepsi :P).
Bu arada, Levent Abi işten eve geliyor gibiydi, ne bir çanta, hani görünürde bir lastik, zırt pırt falan yok. Hayır, yan çanta da yok, bir de yan çantalar olsa evi yükleyip çıkabilecek herhalde.
Sakin bir hızda yol aldık, hatta şimdi bakıyorum kayıtlarımdan, 75-95 arasında seyir etmişiz. Evet, bir de böyle bir hizmetim var artık 🙂 GPS kaydedici aldım da, saniye saniye yol bilgilerini kaydediyor, koordinatı, zamanı falan. Hızı da oradan hesaplayıp yol grafiğini falan çıkarabiliyorsunuz. Ayrıca hangi fotoğrafı nerede çektiğinizi de görebiliyorsunuz. Malum, boynumda fotoğraf makinesi taşımaya başladım, bu alet sayesinde yoldaki fotoğrafları tam olarak nerede çektiğimizi de görebileceğiz. Ha, ne işimize yarar derseniz bilmem, neticede süpersonik bir olay.
Boynumda fotoğraf makinesi dedim de sabah dalgınlıkla unutmuşum küçük makineyi, büyük makine de Murat Abi’lere verdiğim çantada olunca pek fotoğraf çekme şansım olmadı yolda. Telefonla çektiğim bir kaç poz var, onları yüklerim artık.
Yolda durduk bir yerde, ne diye durduk hatırlamıyorum şimdi. Levent Abi burada bir fotoğraf çekmişti, o yükler artık. Ben de çekim anını paylaşayım:
Tabi, Levent Abi’nin zamanında telefon olmamasından mütevellit fotoğraf çekmeye çalışırken biraz zorlanıyor 😛
Muhabbet ettik biraz, sonra “kahveye kadar mola yok” diyerek devam ettik. Edemedik aslında, Celal Abi çıktı, peşinden ben çıktım ama baktım arkada gelen yok. Yavaşladım, hala gelen giden yok. Celal Abi durdu, ben de yanında durdum, beklemeye başladık, geldiler az sonra. Levent Abi’nin motor yağ uyarısı vermiş galiba, motoru çalıştırdıktan biraz sonra geçmiş.
Güdül’den sapıp Yeşilöz’e kadar durmadan devam ettik. Köy kahvesine yerleştik, çaylarımızı içerken Murat Abi’leri beklemeye başladık. O esnada, trike’ın kralı yanaştı:
Özürlü arabasıydı, ama insan özeniyor be hacı. Regal’i satamazsam şöyle bir şeye dönüştürtsem deyü düşündüm içimden. Ne rahat olur be hacı.
Çok geçmeden geldi Murat Abi’ler, onlar da birer çay aldılar, kampa doğru devam ettik ondan sonra. Pardon, yine edemedik çünkü yol kenarındaki dut ağacını gören ekip yağmaya çıktılar hemen.
Bana da verdiler iki parça, kaskın içine atıp yiyebildim. Malum, tecrübeliyim leblebiden 🙂 Bu arada yoldan geçen bir amca daha yiyelim diye ikna etmeye çalıştı da “dönüşte” dedik artık.
Yolda Murat Abi video falan çekiyordu, onlar güzel olmuştur bak muhtemelen, onları da Murat Abi atar artık.
Sorgun’un girişi müthişti. “Sorgun’a hoşgeldiniz” falan gibisinden kocaman bir tabela vardı yolda ama tabelanın iki yanı da mezarlık. Köye, mezarlığın içinden geçerek giriyorsunuz yani. Benzer bir giriş bir tek Transilvanya’da vardır herhalde 🙂
İçeceklerimizi köyden almayı planlamıştık, tam gölet sapağına da yeni bir bakkal açılmış, oraya girdik. Görünürde içki yoktu ama “hatırlı müşterilere” satıyorlarmış meğer, biz de hatırlıymışız, hatrı siz hesap edin artık. Baya girişken bir kadın vardı bakkalda, hatta Murat Abi, seneye festival gibi bir şey yapma durumu olursa stand açabileceklerinden falan bahsetti, kadın çıkarttı, kartvizit verdi 🙂
Millet içeceklerini falan alırken terlik geldi benim aklıma. Yine unutmuştum yanıma terlik almayı. Kamplarda şart öyle bir şey, botun içinde pişiyor ayak, terlik veya ufak bir ayakkabı falan götürmek lazım da işte, unutmuştum onu da. O kadar da sandalet almıştım, kamplarda giyerim diyerek. Neyse, kadına terlik sordum, “var ama eflatun” dedi beni bir süzdükten sonra. Millet gitmeye hazırlanırken “eflatun meflatun, bottan iyidir” diyerek ayağıma uyarsa alacağımı söyledim. Meğer 37 numara mı ne imiş terlik. 42-43 numara falan yok mu dedim, kadın kızına sordu “evde vardı, git, ayakkabılıktan getir” falan diyerek gönderdi kızını. Anlamadım ben, hani hayrına verecek miydi kendi terliklerinden birini yoksa kullandıkları terliği ayak üstü çakacak mıydı bilemedim. Zaten almadım da, bizimkiler harekete geçmek üzerelerdi, “çadırı madırı kurduktan sonra gelirim olmazsa” deyip ekibe katıldım.
Bu arada, Celal Abi gaza gelmiş, yol kenarındaki çimlere vurdu kendini. Ben de cebimden telefonu çıkarıp çektim. Tabi sağ elimle çıkarınca epey gaz kesmiş oldum. Velhasılı, cep telefonu ile yolda fotoğraf çekmek mesele imiş.
Neyse efendim, öyle öyle derken vardık kamp yerine. Millet park ederken ben dayanamadım, ağaçların arasına vurdum motoru. Güzeldi, zemin gevşek olduğundan çok hafif kayıyordu tekerler. Şöyle ufak bir tur atıp ben de park ettim motoru. Çadırlar için yerleri paylaştık, yerleşmeye başladık.
Bu arada benim siteye 500 kadar fotoğraf yükledim, şimdi bir tuhaflık var, hata veriyor yükleme hedesi. Ona bir bakayım, olmazsa imageshack falan kasacağım şimdilik.
Bilgisayarı yeniden başlatınca düzeldi.
Neyse, ne diyordum, evet, yerleşmeye başladık, çadırları kurduk, yatakları şişirdik
Etraftaki banklardan bir kaç tanesini, ateş yakmayı planladığımız yere doğru yaklaştırdık. Masalardan birisine yanımızdaki yiyecekler yerleştirildi hemen. Bu arada, bankın olmasına alışık değiliz zaten, bir de üstüne masaörtüsü olunca iyice bir değişik oldu
Tek börek yapan ben değildim bu sefer, yengelerimiz de bana karşı şanslarını denemişler 😛 O değil de, yengelerin börekleri sayesinde anladım ki benim börekler yokluktan gidiyormuş, başka börekler olunca benimkiler arttı 🙂 O değil de, o masadaki benimo’lar ne oldu ya, gece falan yeriz diye almıştım bir sürü, akibetleri ne oldu bilmem. Nitekim çorbalar da yalan oldu. O değil de, malzemelerin parasını da vermedim ben bak, onu da vereyim bir ara.
Öbür masaya da Levent Abi ile tezgah açtık
O değil de la Hakan, benden aldığın pipoyu ne yaptın sen? Onun için de “geri verdim ya, sendeydi” falan de de bak ne yapıyorum. Fotoğraflara baktıkça aydınlanmalar yaşıyorum lan, amma şey unutmuşum.
Daha destur demeden biralara başlandı, ilk şişe kola neredeyse bitti bile. Mehmet Abi’ler balık tutmaya gitmişti galiba, ortalıkta görünmüyorlar, neredeler bilmem
Tam hamağıma yatma hayalleri kurarken yağmur çiselemeye başladı, hemen Murat Abi’nin otağına sığındık.
Öyle bilmez bilmez bakma Hakan, elindeki pipoyu soruyorum:
Otağda yer bırakmadığımız Murat Abi, arabanın bagaj kapısına sığınmış beklerken Mehmet Abi’ler geri geldi
Yağmur iyice azalınca çıktık ve uyuduk.
Uyumadık tabi de ben uyuyacağım, yarın devam ederim gaari yazmaya. Hafiften mideyi bozmuşum, pek konsantre olamadım yazıya.