Piknik için seçtiğimiz alan baya iyiydi, düzlüktü, etrafı ağaçlıktı, dibinde su vardı, arayıp da bulamadığımız tarzda bir kamp alanıydı yani.
Millet motorları yol kenarında bırakıyordu, niye aşağıya indirmediğimizi sordum, gözüm kesiyorsa indirebileceğimi söyledi Süleyman Abi. Kesiyordu aslında da kimse indirmiyor olunca çıkıntılık yapmayayım dedim. Zaten adım çıkmış endurocuya, bu motorda bari yolda kalayım derken baktım Süleyman Abi indiriyor motorunu, ben de gittim peşinden.
Süleyman Abi direk çeşme önüne parketti motorunu, çeşme önünde beton vardı, herhalde düz diye orayı tercih etti diye düşünürken Süleyman Abi başladı motoru yıkamaya.
Hep steril derlerdi Süleyman Abi’ye de bugüne kadar öyle abartı bir sterilliğini görmemiştim o ana kadar, kısmet bu güneymiş. O değil de, daha yeni durdurmuştu motoru, sıcaktı yani alet, çeşmeden akan su da buz gibiydi maşallah, motor iyi dayandı yani. Benim regal’e o muameleyi yapsam orta yerinden çatlardı herhalde 🙂 Nitekim, sağ egsozun yanması, motoru sıcakken yıkatmamın akabinde buji çatlaması sebebiyle olmuştu. Neyse, su demişken bak, şeker gibiydi su.
Bir sonraki karede, yeni yıkadığı motorla güreşmek üzere peşrev çeken Süleyman Abi’yi görebilirsiniz
Bu arada, biz oradayken yaşlı bir adam, ufaktan bir çocuk, bir de köpek vardı. Tek eksik Heidi yani, o da yukarıda kayanın birinin üstüne oturmuş, bizi seyrediyordu
Sinem Abla ne ara çıktı oraya anlamadım 🙂 Davut Abi de bir anlam verememiş olacak ki gitti, tuttu kolundan, getirdi. Ankara’nın en sosyetik mekanlarından birinde kameralarımıza takılan çiftimiz yorum yapmaktan kaçındı 😛
Ne diyordum, ha, yaşlı adam. Sular donmasın diye çeşmelerin musluklarını sökmüşler önceden, şimdi de onları geri takıyorlarmış. Takriben 100 metrede bir çeşme vardı yol üzerinde, çeşme olmayan yerlerde de kayaların arasından falan su fışkıyordu zaten. Hatta köyün içinde bir çeşme vardı, mübarekten itfaiye hortumundan çıkarmış gibi su fışkırıyordu.
Mangal hazırlanırken ben de, pes etmememde en büyük etken olan börekleri çıkardım çantadan. Acıkmışız, lop lop götürdük.
Ben iyi yedim en azından 🙂
Tabi, börek kesmedi herkesi, gözler mangala dizilmekte olan kanatlardaydı
Emrah hariç tabi, yine oyunda oynaştaydı onun gözü
Valla, aslında bir tek Derya Abi’nin gözü mangaldaydı herhalde 🙂 Arkada can çekişen Heidi’ye ilk yardım yapılırken bile mangaldaki tavuklardı aslolan
Ve o mutlu anlar…
Tavuklar falan güzeldi de soğanla domates de ayrı bir güzeldi. Parmaklarımızı yedik desem yeridir, nitekim Süleyman Abi duramayıp ellerini ve kafasını da yedi. Bacakları da yiyecekti de kafa kısmını yemiş olunca ağız da gitti, yiyemedi, ne, ha, ney, kim?
Pişen kanatları ve akabinde köfteleri götürdükten sonra çok oyalanmadan toparlanmaya başladık. Gitmeden önce de toplu bir poz çekilelim dedik, çekildik nitekim. Dumanlı gibi çıkmış, neden bilemedim
Ger. dönüş yolu olarak normal insanların seçeceği yol olan Bolu-Ankara yolunu seçtik. Aslında Çamlıdere’ye inen kestirme bir yol vardı, oradan köy yollarından falan geri dönebilirdik de tabiri caizse yemedi. Çamlıdere’de konuşmuştum zaten birileriyle, o yolun çamurlu olacağını söylemişlerdi. Yağmur da geliyor gibiydi, saat geç olmuştu, yorulmuştuk, yani doğru bir seçim oldu normal insan yolu.
Grup sürüşümüz biraz sekteli oldu başta. Derya Abi ile Çağdaş biraz geç çıktılar, biraz da arkadan geliyorlardı, önlerinde ben vardım, ben de yavaşladım tabi. Yalnız, öndekiler kaptırdı gitti. Hani, yolu biliyoruz, nasıl olsa kaybolmayız belki ama başımıza bir şey gelmiş olsa farketmeden önce epeyce bir yol kat edecek gibiydiler. Demem o ki, günlük hayatta olduğu gibi grup sürüşünde de arkayı kollamak gerekiyor. Öndekiler hızlı gidiyor diye hızlı gitmeyeceksiniz, tam tersine, arkadaki yavaş gidiyorsa yavaşlayacaksınız. Herkes bir arkasındakine göre hızını ayarlasa zaten grup uygun hıza ulaşacaktır. Arkasına bakmadan hızlı giden varsa ve gruptan kopmak istemiyorsa bir yerde durup bekleyebilir ama bir şekilde yavaş gitmek durumunda olan varsa öndeki gruba yetişmesi pek kolay olmayacaktır. Ha, biz yetiştik neticede, hatta asfalta çıktıktan sonra hafiften gaz açmak için de bahane oldu ama genel olarak grup sürüşü açısından eksi bir not olmuş oldu.
Neyse, küçük fotoğraf makinesi boynumdaydı yine, yolda bir kaç fotoğraf çekmeye çalıştım yine. Mesela arkadaki Derya Abi’yi falan çekeyim dedim:
Gördüğünüz (göremediğiniz) üzere çekemedim 🙂 Benim makineyi çıkardığımı gören Derya Abi, yanıma gelip "seni gidi" gibisinden bir hareket yaptı, yanımdayken de çekeyim dedim
Onu da çekemedim 🙂 Bakmadan çekmek zor tabi, kadraj çalışması yapmam lazım biraz. Kışlık eldivenlerle de zor oluyor zaten.
Bu arada, bir kaç kere Derya Abi’yi kaybettim, tam kör noktalarıma girmiş. Bir fırsat bulduğumda geniş açılı ayna taktırsam iyi olacak. Onları taktırana kadar, böyle grup gezilerinde falan arkama düşerseniz aynamdan beni görebildiğinizden emin olun. Siz beni görebiliyorsanız ben de sizi görebiliyorum demektir 🙂
Kızılcahamam’a yaklaştık. Çıkmadan önce Opet’te benzin almak üzere anlaşmıştık, meğer tadilattaymış, yol üstündeki başka bir benzin istasyonuna girdik. Nedense benzin almadan çıktık oradan. Millet çıkarken arkadan birisi seslendi, durdum, döndüm baktım, adamın birisi elinde çayla koştu geldi, "hemen gitmeyin, durun bir çayımızı için, ikramımız" falan dedi. Hep motorcuların geçtiğini, ama kimsenin durup uğramadığını falan söyledi. "Bir daha ki sefere artık, grubu kaybetmeyeyim" diyerek ayrıldım yanından. Meğer grup bir alttaki benzinliğe giriyormuş. Benzin alacak olanlar aldı, çay, sigara ve Ankara havaları eşliğinde biraz dinlendik.
Doktor yatışa bile geçti
Benim motor da çamura bulanmıştı iyice, şunu yapmadan edemedim:
Önceki gün de Metin Usta’ya uğramıştım, motor bu kadar olmasa da kirliydi yine. Biraz sonra mavi bir gv650 geldi ama temiz, pırıl pırıl. Benim motorun da yanına parketti bir de, hoş bir görüntü olmadı tabi 🙂
Şurası da göz göze geldiğimiz yer. Yazın, Zonguldak’tan dönerken balatayı sıyırıp yolda kaldığım yer yani, arabanınsa konumuzla bir alakası yok
O değil de, yine taranmıştı yollar hep, nedense çok yavaşladık öyle taranmış yerlerde. Bana mı öyle geliyor bilmem de o tür yerlerde çok yavaşlamamak lazım galiba, en azından ben daha rahat ediyorum yavaşlamayınca. Hızlı gidince daha dengeli gidiliyor gibi, yavaşlayınca çok yalpalıyor motor.
Öyle öyle derken bitirdik geziyi. Süleyman Abi Kazan’da saptı evine doğru, ben de Eryaman sapağında ayrıldım gruptan. Vardım eve, açım bilgisayarı, köstüm ayaklarımı ve yazmaya başladım:
"Ulan, ne gündü be…"