Bu haftasonu, şirketten bir arkadaşın Zonguldak'ta düğünü var idi, ben de "ahanda bahane" deyip hazırlandım, düştüm yola.
Evin orada benzin aldım, son kontrolleri yapıp yola çıktım ama daha çevre yoluna gelmeden bir tıkırtı hissetmeye başladım. Gazı bıraktığımda bir tıkırtı geliyordu. Metin Usta'ya uğrasam mı diye düşündüm ama önemli değildir herhalde deyip yola devam ettim. Önemliymiş meğer
Vaktim çok olduğu için dolanarak gidecektim, belirlediğim güzergah Kızılcahamam'dan sonra köy yollarına girmek, o şekilde Safranbolu'ya çıkmak sonra da bir yol bulup Zonguldak'a varmak şeklinde idi. Ondan önce belki Kurtboğazı'nda bir durur, göl kenarında pipo içerim biraz diyordum ama olmadı o. Baktım, daha evden yeni çıkmışım, durmanın bir anlamı yok, Kızılcahamam'a kadar devam ettim.
Kızılcahamam'da da durmayacaktım aslında ama önüme bir teneke bidon çıktı, son anda kurtardım. Yola değil de etrafa bakıyor olsam üstünden geçerdim herhalde. Mersin'e giderken de yollarda bir sürü şey çıkmıştı karşıma, taşlar, sandık parçaları falan, durmamıştım hiçbirinde, sonradan vicdan azabı oldu "ya birisine bir zarar verirse" falan deyü. Ondan durdum bu sefer, durmuşken de ilk fotoğrafımı çektim
Kızılcahamam'ı geçtikten sonra yağmur çiselemeye başladı. Yağmur yağma ihtimali yüksek olmasından mütevellit yağmurluğum yanımda idi, onu giyip devam ettim
Bu arada yağmur da hızlandı gittikçe, tam zamanında giymişim yani yağmurluğu. Aslında daha erken giymem gerekirdi, hatta hiç çıkarmamak bile mantıklıydı belki ama abi hava da bir tuhaf. Hava sıcak, yağmurluğu giyersem terliyorum, giymezsem ıslanıyorum, her türlü ıslanıyorum yani. Neyse, ileride bir tünele girmeden önce ilk fotoğraf amaçlı molamı da verdim.
Safranbolu'ya köy yollarından gidesim vardı ama yağmur durmayınca vazgeçtim, normal yollardan devam ettim. Sonraki durak Karabük idi. Daha girişte bulut üretme fabrikası gördüm bir
Bacadan çıkan dumanın fotoğrafını çekmek için durdum. Hareket ettikten sonra bir baktım meğer devasa bir fabrika imiş. İlk panoramik kasışımı da yapayım dedim.
Safranbolu çok uzak değildi zaten artık, beklemeden devam ettim. Abi, Safranbolu dedikleri Beypazarı'nın aynısı imiş
Haydi evler neyse, Hıdırlık Tepesi bile var
Bu arada, Başka arkadaşlar da gidecekti Zonguldak'a, onlar da Safranbolu üzerinden gideceklerdi. Benden 3-4 saat önce çıkacaklardı ama yine de bir arayayım dedim, belki oradadırlar halen. Aradım, hakikaten oradalarmış, buluştuk, konuştuk. Sabahtan beri yemek yememiştim ben, yolda ayrılabileceğimi söyledim, gerek olmayacağını söylediler. Onların biraz daha işleri varmış, "sen yemek ye, yarım saat sonra buluşalım" dediler, iyi dedim, orada bir lokantaya girdim artık. Menüye baktım biraz, karar veremedim, karışık kebap söyledim Kebap geldiğinde bir yeyişim vardı ki sormayın, zaten acıkmışım, bir de arkadaşlarla sözleştiğimiz vakit epeyce yaklaşmış, bir yiyorum, of. Bir tavuktan ısırıyorum, bir etten, bir kebaptan falan, Erol Taş görse ağlardı yani, o derece.
Arkadaşlarla buluştuktan sonra Yenice tarafından yola çıktık. Yollar süperdi ama milleti bekletmeyeyim deyü durmadım. Valla, ağaçlardan toprağı göremiyorsunuz çoğu yerde. Girip yürüyemezsiniz yani, o kadar sık idi ağaçlar. Tüneller tuhaftı yalnız. Bir sürü tünel vardı ardı ardına, hiçbiri ışıklandırılmamıştı. Hatta bazılarının içi yapılı bile değildi galiba, duvarları bildiğin mağara duvarı gibiydi yani. Bir de girer girmez kıvrılan tüneller vardı ki akla zarar. Işıklandırma yok, aydınlıktan giriyorsun, tünelin sonu da görünmüyor, direk kör oluyorsun yani bir anda, farının ışığını falan hissetmen zaman alıyor. Bir de kamyonun birisi takıldı bir ara peşime, herif vicdan azabı gibi, ecel gibi yapıştı o tüneller boyunca.
Neyse, Zonguldak'a yaklaştığımızda bir benzinciye girdik, ufak bir mola verdik, ben de panoramik kasayım dedim yeniden
Zonguldak'a kadar devam ettik oradan. Zonguldak irice bir köy gibi imiş. Gerçi çok gezemedik ama ne ara girdik, ne ara merkeze indik anlamadım. Bir de şey güzel, hep ağaç gibi görünen bir yer var mesela, bakıyorsunuz, arada bir minare çıkmış, dikkatli bakınca görüyorsunuz ki meğer evler falan da varmış, görünmüyor yani. Neyse, düğünümüzü yaptık, yedik, içtik, eğlendik. Bu arada, bir etli pilav vardı ana yemek olarak servis edilen, of ki ne of. Yemeyenlerin artıklarını da yedim, doyamadım halen. Bak, duygulandım yine o etli pilavı hatırlayınca. Neyse…
Arkadaş, kalacak yer ayarlamıştı bizim için, oraya gittik, yerleştik, yattık, kalktık. Gece pek görememiştim ama sabah kalkınca gördüm ki süper bir yermiş (gerçi Zonguldak'ın hemen her yeri benzer güzellikte ama olsun). Ahanda yine farklı tarz bir panorama
Sabah kalktığımda yağmur yağıyordu şarıl şarıl. Yaz yağmurudur, diner deyü bekledim de değilmiş, Karadeniz yağmuru imiş, 1.5 saat falan dinmedi. Bu arada ağır ağır hazırlandım ben de. Ayrıca dönüş için de güzergah baktım bir yandan. İki rota vardı aklımda; ya Amasra'dan Kastamonu'ya geçecektim ya da Bolu-Mudurnu-Mengen üzerinden Nallıhan-Beypazarı yapıp dönecektim. Çıkmışken gideyim dedim Amasra'ya ama bekledim bekledim dinmedi yağmur. Böyle yağmur varken yolu çok uzatmayayım en iyisi dedim, Mengen tarafında karar kıldım, yağmurluğumu falan giyip çıktım yola.
Ana caddeye inmem de tuhaf oldu. Ben mahalle aralarında gidiyorum sanarken birden karşımda "Ankara" diye tabela gördüm. Orası bir nevi ana cadde imiş yani O yola girdim, nasıl olsa bir yerden çıkarım diyerek. Çok gitmeden trafik sıkıştı. Kenardan en öne kadar gittim, kaza olmuş meğer, polis de kapatmış yolu. Yol açıldı, çıktım, 2 tane daha kaza gördüm bir kaç yüz metre içinde. Baktım yollar tehlikeli, aman dedim, direk Ankara'ya döneyim en iyisi. Nitekim doğru bir tercih olmuş
Gerede'ye yaklaşana kadar pek de durulası, kahvaltı edilesi bir yer denk gelmedi. Topçuoğlu deyü bir yer denk geldi, güzel bir yere benziyor deyü yanaştım.
Kahvaltı siparişimi verip tuvalete girdim. Bakınız efen'm, tuvaletleri bile manzaralı adamların
Kahvaltımı yapıp etrafta fotoğraf çektim biraz.
Bu arada, otururken iki motor grubu geçti, ilkinde iki tane Goldwing vardı, ikinci de bir kaç Goldwing vardı galiba ve bir kaç büyük cruiser. İkinci grup geçtikten az sonra da ben kalktım. Aşağıdaki fotoğrafı çektiğim yerdeki tesise girmişlerdi, iç çekip devam ettim
Bu fotoğrafı asıl çekme amacım şuydu ki, insan heveslenmiyor mu birader, "şu mağaraya girsem çıkar mıyım acep diğer taraftan" deyü
Denemedim tabi. Devrek'te geldim, şeytan dürttü "bir baston al" diye de almadım Gerede'ye varmadan durup benzin aldım, zinciri yağladım ve devam ettim yola. O ara farkettim ki 19000 km fotoğrafını da kaçırmışım. 20000'i kaçırmam inşallah dedim artık, ne diyeyim,
Kızılcahamam'a yaklaşırken bir iki poz daha çekeyim diye durayım dedim. Yavaşladım, vitesi küçültmeye çalıştım, küçülmedi. Hayırdır inşallah dedim, durmuşken bir fotoğraf daha bari çekeyim dedim, çektim. Nitekim motorun sağlam haldeki son fotoğrafı oldu bu
Vites 5'te kalmış. Debriyajla oynaya oynaya kaldırdım motoru 5. viteste. Ankara'ya kadar gidebilirsem sonra pikapla falan atarız artık diyordum. Kızılcahamam'a kadar yollar sorun olmadı ama Kızılcahamam'dan sonraki yokuş fena idi. Hızlıca girdim, yokuşun çoğunu gaz kesmeden çıktım. Bu arada bir yerde düşüyordum neredeyse ama şansıma kurtardım. Valla, bilmem nasıl kurtardım, ön teker kaydı epeyce ama düşmeden toparlayabildim bir şekilde. Neyse.
Ne diyordum, hah, tabi 5. vites yetmemeye başladı yavaş yavaş. 40'ın altına düştükten sonra debriyajla oynamaya başladım. Biraz da öyle öyle gittim ama yokuşun sonuna doğru pes etti artık alet. Vites boşta kaldı, dolayısıyla yola devam edemedim. Ayaklığa da dayayamadım, vites boşta olunca geri kaydı alet, artık mecbur duvara dayadım ben de.
Baktım olmuyor, Bilen'i aradım, nakliyeci ayarlasın bari de öyle götürelim diye. O esnada Nurcan haber etti, babasında pikap varmış, müsaitmiş, o gelip alabilirmiş deyü. İyi dedim, beklemeye başladım yolun kenarında.
Bir kaç motorcu selam verip geçtikten sonra, tam ben motoru biraz daha aşağı alayım deyü hazırlanırken bir Transalp geçti. "Süleyman Abi çıkmalı bu" diye geçirdim içimden, o çıktı hakikaten. Keşke Angeline Jolie falan geçseymiş içimden Konuştuk, kamyonet beklediğimi söyleyince devam etti. Az sonra da Mirty geldi, bakın, nasıl da geliyor
Yürüyerek gelmedi tabi Tepenin arkasında ne var deyü bakmaya gittiğinde çektim bunu. O ara fotoğraf çekerek oyalandım biraz
Bir başka motorcu
Ürkünç çekirge
Ürkünç çekirge çifti
Mirty'den avatar pozu
Baktık aşağıda daha geniş bir yer var gibi, oraya indirelim bari motorları dedik, yol kenarından iyidir, indirdik. Mangal yapanlara yanaşsak mı dedik, geyiğini yaptık, yanaşmadık
bir de kendimi çekeyim bari dedim
Ve kurtarma ekibi geldi
Motoru yükledik arkaya ama sığmadı tabi. Bir kaç iple, bagaj lastiği ile falan destekledik, frenleri bağladık, disk kilidini de taktık ama baktık yetmeyecek, birimiz çıkalım dedik, Bilen çıktı, motoru tuttu. Bilen'i kimse tutmadı, o ayrı konu
Böyle böyle işte. Kaç gündür nasip olmadı yazıyı hazırlaması. Geciktikçe de zorlaşıyor yazması. Demem o ki daha da uzatırdım aslında Motoru da teslim ettim dün akşam. Bugün aradım, ciddi bir sorunu yokmuş herhalde, yarın alacağım inşallah, o zaman öğrenirim neymiş derdi.
O değil de, canım karnıyarık, pilav, cacık çekti gecenin bir yarısı, hayırdır inşallah…
Hamiş: Fotoğrafların devamı http://www.gomercin.net/galeri/v/Gezilerim…_5_temmuz_2009/ adresinde