Konya'daki otel odasında uyandım. Saat 10'a kadar kahvaltı vardı ama hem üşendim, hem de kahvaltıyı Beyşehir'de yaparım diye planlamıştım, bu yüzden kahvaltıya inmeyip biraz yatak keyfi yaptım, duşumu aldım, hazırlanmaya başladım…
Otel fena değildi bu arada (Hotel Baykara mı neydi), asıl ilginç yanı Konya'daki bir otelde olmasını beklemediğim bir şey idi; 7/24 "teletubbies" yayınlayan bir kanal vardı televizyonda
Teletubbies, evet
Beyşehir'e gitmeden önce Mevlana Müzesi'ni bir ziyaret edeyim dedim, gezeceğimden değil de onun da pozu olsun albümde istiyordum. Tabelaları takip etmeye çalıştım biraz, olmadı, olduğum yerde iki tur attıktan sonra vazgeçtim, haritaya bakıp Beyşehir'e doğru gitmeye başladım. Konya-Beyşehir yoluna girdikten kısa bir süre sonra Akyokuş Ormanı deyü bir yerde bir tesis vardı, motoru oraya çekip Konya manzarası eşliğinde bir poz aldım.
Tam oradan ayrılırken biraz öteye parketmiş minibüsün içine gözüm ilişti. Emin değilim ama sağda oturanın kucağında hareket eden bir kafa vardı sanki Öküz gibi bakamadan devam ettim yola.
Beyşehir'e varıp benzin aldım, oradakilere göl kenarında tesis olup olmadığını sordum. Pek tesis yokmuş, bir yer söyledi, oraya gidebilirmişim, değilse baya gitmem gerekirmiş, çok fazla bir şey de bulamazmışım. Oysa hayalim başkaydı benim, göl kenarında, ağaçların arasına kurulmuş bir sürü tesis olacaktı, ben de seçmekte kararsız kalacaktım, olmadı, kısmet.
Gölü görünce hemen parkedip fotoğraf çekmeye başladım
Sağda görebileceğiniz pembeli kızı daha sonra yeniden gördüm bu arada. Konya TED Koleji'nin gezisi var imiş galiba, kahvaltı yaptığım yere öğle yemeğine geldiler.
Benzincinin dediği yere vardım, kalabalıktı baya. Motoru parkettikten sonra boş yer var mı diye bakarken garsonlardan birisi yanaştı, yer sordum, şöyle bir baktı, "Abi, bahçede oturmak ister misin, masa çekelim sana" dedi, sevindim. Benim de içimden bahçeye oturmak geçmişti çünkü. Hemen masa, sandalye falan ayarladılar, oturdum. Sonra baktım, bir tuhaflık var, şöyle ki:
Resmen dışladılar gibi oldu yani beni, "Aileler oturuyor burada, sen şöyle ayrı otur bakalım" der gibi yani Bu düşünceyi attım tabi hemen kafamdan, böyle iyi, yalnız güzel. Neyse, kahvaltı servis edip etmediklerini sordum, "ayarlarız" dedi garson, "peynir kestiririm, zeytin falan, yaparız bir şeyler". Hakikaten apar topar ayarladılar herhalde, niyeyse kafamdaki gibi değildi gelen kahvaltı
Yalnız, sonradan haşlanmış yumurta da gelince tamam dedim, şimdi oldu. Kahvaltıyı yaptıktan sonra bir pipo daha yaktım, 15-20 dakika içer çıkarım diyordum ama yakınca dayanamadım. Çayım bitince bir duble çay daha istedim ve pipom bitene kadar oturdum. Biraz sarkıtmış oldum yani gezi planını ama nasıl olsa Ankara yakın, yollar da nisbeten iyidir, çok gecikmem diyordum. Yine yanılıyormuşum meğer
Kahvaltıdan sonra Beyşehir'in merkezine inip para çektim. Son 500 km'dir falan cebimde nakit sadece 6-7 TL vardı herhalde Defalarca para çekecek oldum, hep unuttum. Beyşehir'den sonra denk gelmez belki diye para çektim bu sefer. Çektiğim parayı da kullandım sayılmaz ama belli mi olur nerede lazım olacağı. Parayı da çektikten sonra Akşehir'e gitmek üzere yola koyuldum. Yoldan çok emin olmadığım için bir benzinliğe yanaşıp oradaki görevliye Akşehir yolunu sordum. Kestirme yolu mu tercih edeceğimi yoksa gezdiğimi mi sordu, geziyorum dedim, Şarkıkaraağaç üzerinden gitmeyi planladığımı söyledim. Şöyle bir baktı, öyleyse şu yoldan git, şu kadar kilometre sonra Hüyük'e sap, oradan devam edersin dedi. Eyvallah deyip dediği yola koyuldum.
Şarkıkaraağaç tabelaları vardı yolda ama bir yerde baktım ki Hüyük yolu farklı imiş, Şarkıkaraağaca varmadan sapmam gerekirmiş, bir bildiği vardır herhalde deyip sapağa bakmaya başladım. Bir yerde polis arabası vardı, tam Hüyük sapağında duruyorlarmış meğer, farkedince hemen yavaşladım. Polis de onlar için yavaşladım falan sandı, "devam et" gibisinden işaret etti ama ısrarla durup geri geri geldim. Birisi "hayırdır" diye sordu, Hüyük'e sapacağımı söyledim, garantiye almak için de yolun Akşehir'e çıkıp çıkmayacağını sordum. Çıkar dediler, yola girdim. Daha girer girmez benzinlikteki adam hayır dualarımı aldı. Şarkıkaraağaç yolu dümdüz yol idi ama köy yolu gayet keyifli, virajlı falandı, mutlu mesut devam ettim. Bir tepeye tırmandıktan sonra geldiğim yolları fotoğraflamak için kenara çektim
Hoş bir gölet kenarına vardım sonra. Dedim, burası kaçmaz, bir iki fotoğraf daha çekeyim
Bir süre sonra köy yolları bitti, Akşehir-Konya yoluna vardım. Yine can sıkıcı, düpdüz bir yol. Benzin aldım, bir de kadraja girdim
Yolu çekmek için durdum bir yerde, çektim, ne göreyim, masmavi çıktı fotoğraf
Daha önce de olmuştu öyle, telefon yere düşmüş sonra bir süre böyle çıkmıştı fotoğraflar. Bu sefer de titreşimden falan bozuldu herhalde. Düzeldi yine neyse ki.
Yolda şeytan dürttü, "bas, devam et, insan gibi Konya-Ankara yoluna çık, çabucak evine var" deyü. Çok gecikmeden Ankara'ya varıp bir yerde akşam yemeği yeyip bir nargile patlatırım diye düşündüm ama vazgeçtim sonra. Hemen telefondan haritayı incelemeye başladım ve Atlantı yolunu gözüme kestirdim. Tosunoğlu veya Yaylayaka sapağından sapmam gerekiyordu, ben Tosunoğlu'nu seçtim daha önce diye.
Hemen yakındaydı zaten Tosunoğlu, vardım, 5-6 hane ve bir camiden müteşekkil bir köycük idi. Kurthasanlı tarafına nasıl gidebileceğimi sordum oradaki birisine "şuradan toprak yola çıkarsın, ileride kuyu var bir, oradan sağa sap, yolu takip et, Kurthasanlı'ya çıkarsın" falan diye tarif etti. Köyün içinden gitmememi de ayrıca tembihledi, köpek olurmuş. Gitmemi tembihlediği yolda da hayvan azmanı, çivili tasmalı bir köpek beni bekliyordu aslında
Biraz tırstım ama baktım köpek sakin, yanındaki toprak yola girdim. Bu arada, toprak yol falan değilmiş o yol, yeilliğin içinde patika gibi bir şeymiş.
Tam adamın dediği yola çıkacaktım ki baktım yerde bir şey kıpırdadı, böyle sincap gibi bir şey, beni görünce hemen bir deliğe saklandı. Durdum ben de, biraz fotoğraf çekeyim diye.
Önce motorun fotoğrafı
işte o kıprak sevimli minik
Ve yine benim motordan süpersonik bir poz
Tarla faresi midir artık neyse, onu biraz kovaladıktan sonra yeniden yola koyuldum ve köydeki amcanın dediği ayrıma vardım. Adamın yol dediği şey meğer tarla arasında traktör patikası imiş. Güle oynaya gittim o yolda da
"Heyt be" dedim, "Enduro falan gereksiz. Bundan kötü yola da girecek değilim ya" dedim. Gerçi biraz daha iyi amortisör olsa daha rahat olurdu ama olsun. Bir de peglerin önde olması çukurlarda ayağa kalkmayı falan zorlaştırıyor ama benim motorda o da çok sorun değil, ebatları küçük olunca pegler nisbeten yakın ya.
O değil de, bir ara derin bir teker izi vardı, girmeyeyim diye zorladım ama motor düştü resmen içine. Düştü derken, iki teker üstünde düştüm yani, yana yatırmadım. Zar zor çıktım çukurdan, yüzümde bir tebessüm ile
Hoplaya zıplaya geçtim tarlaları, yol asfalta çıktı. Meğer Tosunoğlu'dan değil de bir sonraki sapaktan dönsem asfalt yoldan gidebilecekmişim. İyi ki de Tosunoğlu'dan dönmüşüm yani. Zaten haritadan bakarsanız Tosunoğlu'dan Kurthasanlı'ya giden direk bir yol yok
Bu arada, amca da mı endurocu idi neydi, hiç de demedi şuradan asfalta çıkarsın falan diye.
Kurthasanlı'ya vardım ama yol bitti. Baktım, yine tarla içinden bir yol var ama ters tarafa gidiyor gibi. Orada birisi vardı, ona sordum, biraz daha aşağıdan asıl ana yola çıkabilirmişim, öyle yaptım ben de. Bu arada, saat 16:30 olmuştu bile, yani artık Ankara'ya varsam iyi olacaktı. Bu yüzden çok fazla atraksiyona girmeden, ana yoldan devam etmeye karar verdim. Yine de son bir değişiklik yapıp Haymana'ya gidesim vardı. Yolda bir yerde durup haritayı incelemeye başladım. Tabi fotoğraf çekmeyi de ihmal etmeden
Haymana'ya gitmek için bir kaç yol kestirdim gözüme, ama hiç biri sinmedi içime. Bir de Ankara'ya yaklaştım zannederken halen 200 km'nin üzerinde yolum olduğunu görünce canım sıkıldı. Akşam 8 gibi anca varacak gibiydim Ankara'ya. Salla Haymana'yı deyip Akşehir-Ankara yolundan devam ettim ama yolda her sapakta şeytan dürttü.
Akşam olmak üzere diye Polatlı'ya doğru devam ettim, ve sonunda vardım
Canım sıkılmaya başladı artık, 4 günlük rüya bitiyordu. 4 gün boyunca tek amacım sürmek olmuştu, ne nereden geldiğimi düşünüyordum, ne nereye gideceğimi. Kendime bir yol belirleyip gidiyordum sadece, sanki hiç bitmeyecek gibiydi ama bitiyordu işte. Polatlı'dan sonrası da zaten dümdüz, kalabalık bir yol idi, of üstüne of çekerek sürmeye devam ederken Polatlı içinde bir ışıklarda dikkatimi bir tabela çekti
"Budur" dedim, "son golümü de atayım, öyle gideyim eve" ve saptım Ayaş'a. Yollar hiç de fena değildi. Yani, hani kafanıza eser, akşamüstü gezmesi için kısa ama keyifli bir yol ararsanız tavsiye ederim.
Yol üstünde bir benzinciye girdim, kaskı çıkarırken bir baktım vizör ayrılmış. Kenardaki vidamsı şeylerden birinin çentiği kırılmış meğer. Kolibandı aldım adamlardan, yapıştırdım vizörü kaska.
Bir yandan da küfrediyorum tabi Ankara'ya. Zaten canım sıkılmış, bir de gelir gelmez başladı aksilikler deyü.
Ayaş'a doğru giderken bir baktım "Beypazarı" tabelası var. Saate baktım, 8'e geliyor, gitmedim Beypazarı'na, Ayaş'a doğru devam ettim.
Ayaş'a yaklaşırken Ankara tarafında şimşekler çakmaya başladı. "Hay senin gibi memleketin" diye başladım küfretmeye. Ayaş tarafında henüz yağış yoktu ama bulutlar hiç de iç açıcı değildi. "Kasvetini öptüğümün Ankara'sı" deyip fotoğrafını çektim o anın
Yağmur çiselemeye başladı fakat çıkarmadım yağmurluğumu. "1500 kilometre yol yaptım lan ben, dağları tepeleri aştım, Konya'da gece ayazında, Silifke'de Akdeniz sıcağında motora bindim, yağmurun mu durduracak lan beni" diye meydan okudum Ankara'ya, inadına giymedim yağmurluğu. Yenikent'e yaklaşırken sonunda patladı bulutlar, kalın kalın yağmaya başladı yağmur. "Peh" deyip devam edecektim fakat bir baktım, 1500 km yol dayanmış çantam yana doğru sarkmaya başlamış. Yine küfrettim Ankara'ya, çantayı düzeltip yola koyuldum yeniden, yağmurluğumu giymeden. Ankara pes etti sonunda, en azından yağmuru kesti.
Son kez yoldan sapayım dedim Sincan'a varınca. Eryaman'a Sincan içinden de gidilir nasıl olsa diye Sincan'a saptım. Bir yerde trafik sıkıştı, ben de durdum. Nasıl olduğunu anlamadım sonra, bir anda kendimi yerde buldum. Resmen, durduğum yerde düşürdüm motoru. Ayağım falan da kaymadı, sanki birisi tekerleri tutup kenara çekmiş gibi motor altımdan yere düştü. 1500 kilometre yol yaptım, ne mıcırlardan, ne bozuk yollardan geçtim, düşmedim, Ankara'ya varınca motor kendini yere attı resmen. Neyse, küfrede küfrede kaldırdım motoru, kaldırırken de aynayı gevşettim yanlışlıkla. Elimle düzelttim biraz da yetmedi. Yettiği kadar deyip yola devam ettim. Sincan içinde kayboldum bir, sonra tekrar Ayaş yoluna çıkıp Harikalar Diyarı'ndan saptım bu sefer. Yolu buldum, gidiyorum, bu sefer de çanta sapıttı yine.
"Ah be Ankara" dedim, başka şeyler de dedim ama yazarsam nasıl olsa sansürlenir, yazmıyorum o yüzden Genel olarak Ankara ile ilgili cinsel fantezilerimi kelimelere döktüm diyelim
Eve vardım, son bir fotoğraf daha çekip eve çıktım
İşte böyle, gezdim, gördüm, geldim. 1500 kilometre yol yaptım ama ne yazıktır ki başladığım yere döndüm. Ertesi gün işe gittim, döt kadar bir kübik içinde, bilgisayar başında ömrümü çürütmeye kaldığım yerden devam ettim. Bu gezi ise uyanmak istemediğiniz halde uyandığınız bir rüya gibi mazimde, ufak bir tebessümlük yerini aldı.
Ah be abi be, ah be…