En son ne zamandı bakalım, 2002 falandı herhalde, Dikmen Vadisi’nde yörük çadırı vardı bir, orada fasıl yapmıştık da orada çalmıştım sahnemsi bir yerde, ondan önce de orta ikideydim herhalde, veya orta birde…
Geçen şirketin yemeği vardı da, geçen şirketin değil tabi, düzeltiyorum, şirketin yemeği vardı da geçen, bu da bir tuhaf oldu, bir daha düzeltiyorum, şirketin yemeği falan yoktu tamam mi? dağılın!
Ne diyordum, cumartesi akşamı şirket yemeği vardı, orada nasip oldu mikrofonla topluluk önünde gitar çalıp söylemek ilk defa. Mikrofonsuz olarak çalıp söylerdim de bu değişik oldu. Bir kere rahat imiş mikrofon, normalde, özellikle genişse mekan sesini yükselt deyip dururdu millet. E sesim zayıf zaten, zaten öyle süper bir ses de değil, bir de bağırmaya kalkınca boğazlanmakta olan bir horoz sesi çıkarmaya başlıyordum. Aslında bir ara çalışıyordum, baya da alışmıştım yüksek sesle çalıp söylemeye ama düzenli olarak çalışmayınca kaldı öyle. Neyse, mikrofon olunca söyledim hafif hafif. Valla, yine güzel oldu mu olmadı mı bilmiyorum aslında 🙂 bana güzel geliyordu yani ama bilmem ki dışarıya da öyle mi geldi. O değil de abi, zaten kaç saat şarkılara eşlik etmekten kısılmaya başlamıştı sesim, bir de deli gibi yemiştim, yani şarkıları güzel söylemiş olmayı bırak, sahneye kusmamış olmam bile iyi yani
Şeyden çıktım sahneye de, gitarla org vardı, çalıp söylüyorlardı onlar, sonra bir ara takıldılar birisine, haydi sahneye alalım, fıkra anlatın, şiir okuyun, şarkı söyleyin ama bir şey yapın diyerek, olmayınca gönüllü var mı dediler, birisi çıktı, o söyledi, adamlar da çaldı. Adam başka var mı deyince arkadaşlar beni göstermeye başladı. Yapmayın etmeyin dedim, dinletemedim. Gitarcı sordu “yapabilir misiniz bir şeyler” gibi bir şey, arkadaş da “siz gitarı verin, o neler yapar” falan dedi, haydiii dedim, adam da verdi gitarı, daha önce kimseye vermemiştim bu gitarı diyerek. Çıktım, söyleyeceğim ama dedim ya, sesimin kısılmak üzere olması bir yana, deli gibi yemiş olmam bir yana, aylardır gitar çalmıyordum adam gibi. Ney öğrenmeye başladım da 5 ay kadar önce, ona başladıktan sonra elime gitarı ilk alışımda çok feci bir şekilde kırıldı gitarım. Hem de yeni aldığım, bana göre yüklü sayılabilecek bir fiyata aldığım gitarım (sadece tamirine 100 ytl verdim, oradan hesap et artık 🙂 ). Bir kaç kere elime alıp rastgele bir kaç akor vurmuştum o kadar. Bir de o gün öğlen elime aldım gitarı, bir kaç şarkı çalayım diye, baktım, hep unutmuşum şarkıları. Nothing Else Matters’i denedim mesela, önceden çalardım çatır çatır, zorlandım bu sefer de zorlaya zorlaya hatırladım yine ki Allah’tan hatırlamışım. Netekim akşam sahneye kaldırılınca çalacak parça lazım oldu. Biraz zorlayarak Fikret Kızılok’un Gönül adlı parçasını hatırladım, hatta başta akorları neydi diye kendi kendime takıldım biraz, arada da sözleri karıştırdım yer yer. Neyse, Gönül bitti, kalkıyordum, baktım “bir daha” diyor millet de halimden haberleri yok tabi 🙂 dur len dedim, daha bugün çalışmadın mı nothing else matters’a, onu çal, çaldım netekim. Ah be, bir kamera yoktu ki çeken, ziyan oldu ilk tecrübem
Ve yıllar sonra ilk kez bir birey olarak alkışlandım 🙂 Güzel bir şey valla, gerçi her gün alkışlanıyor olsam çok da bir esprisi yokmuş gibi gelir belki ama şu haliyle inanılmaz zevkli, saka maka iyi gaz veriyor insana. En son böyle alkışlandığımda orta ikide mi birde mi neydim işte, piyano konseriydi o. Piyano kursunun öğrencileri çıkar, kısa kısa parçalar çalar sonra inerlerdi sahneden. İki kere çıktım böyle konsere, ikisinde de son çıkandım galiba, ikisinde de yaş olarak en büyüklerden biriydim, ikisinde de seviye olarak da gayet ilerideydim. Hatırlıyorum, çalmıştım, bitince başlamıştı alkış, eğilmiştim iyice, göz teması kuramamıştım seyircilerle biraz utandığımdan. Kalkarken ise ilk başımı kaldırmıştım, baktım ayakta alkışlayanlar vardı, ben doğrulana kadar bir sürü kişi ayaktaydı. Valla, ne yalan söyleyeyim, halen beni hayata bağlar o günki o alkışlar 🙂 Cidden, hatırlarım bazen, vay be derim, böyle de bir anın var be, hep bahtsızlıktan yana değil ki anıların
Bahtsızlık deyince, ana yemek servisi başladı o gece. Kuzu şiş veya harbiye usulü tavuk mu ne vardı, birisini seçiyordun, bizim masada ben ve birisi hariç herkes kuzu almış. Neyse, kuzular geldi, tavuk istemiş olan diğer elemana da (eleman deyince bir tuhaf oldu bak şimdi 🙂 ) neyse, ona da kuzu gelmiş, geri göndertti, tavuk istemiştim ben, bir karışıklık olmasın diyerek. Ondan sonra geldi onun tavuğu hemen. Ben de bekliyorum, herhalde dedim kuzu servisi bitmeden tavuğa geçmeyecekler, veya tavuk hazır değil daha, hazır oldukça getiriyorlar falan. Sonra baktım, tüm masalardakiler yiyor hapır hupur, lan dedim, unuttular mı yoksa beni, ben garsona bakarken arkadaş komiyi çağırmış, o da garsonu çağırdı. Baktı, allalla, dedi, bir karışıklık olmuş herhalde, hemen hazırlıyorum dedi de hazırlıyorum dediği ateşe yeni koyuyorlarmış, millet bitirdi yemeğini, ondan sonra geldi benim yemek. Lan dedim bir an, neden ben 🙂
Bu da böyle bir anımdır işte Sevgili Gömlük, kameraya çekilmiş olsaydı koyardım ne güzel. Fotoğraf çektiler herhalde, artık alırsam onu koyarım, ne yapayım. Bice ilklere gömlük, bice değil tabi, nice, nays yani, rooo